Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesinde 110 gün süren operasyon biteli günler oldu. Ancak Sur’a girebilmek için hâlâ polis barikatını, üst aramasını geçmek gerekiyor. Hem maruz kalınan bu muamele hem de Gazi Caddesi ve gidilebilen bazı sokakların perişan halini bir kez daha görmemek için, her defasında, “Bir daha Sur’a gelmem” diyorum. Ama olmuyor, kimi zaman ayaklarım götürüyor beni, kimi zaman da şehir dışından gelen gazeteci arkadaşlarıma eşlik etmek durumunda kalıyorum.
Haber Nöbeti için Diyarbakır’a gelen gazeteci Kumru Başer’e de eşlik ettim. Kumru Başer, Sur’un içini avucunun içi gibi bilen yazar Şeyhmus Diken’le önceden haberleşmiş, onunla Gazi Caddesi’nde buluşuyoruz.
Diken, bizimle buluşmadan önce bir kadınla aralarında geçen konuşmayı anlatıyor. Saraykapı civarında surların dibinde oturan kadınlardan biri, polis barikatının ardında kalan sokağı işaret etmiş Diken’e, “Benim evim orada, ne durumdadır bilmiyorum” demiş. “Her gün gelip burada bekliyorum, belki yasak kalkar, gider evime bakarım. Kamyonlar geçince bakıyorum, belki eşyalarımı tanırım diye.”
İki kadın, iki acı
Kadını buluyoruz. Şeyhmus Diken’e anlattıklarını bize de anlatıyor. Birkaç gün önce Dicle Fırat Kültür Merkezi’nde, Sur’da vurulan Rozerin’in annesi Fahriye Çukur’la karşılaşmıştım.
Çukur, “Belki Rozerin’i de o hafriyat kamyonlarında götürdüler” demişti. İlçenin bir ucunda bir kadın kızının cenazesini almak için nöbet tutarken, diğer ucunda bir başka yoksul kadın yasaklı mahallede kalan evi için nöbet tutuyordu. İki kadının acısını yarıştırmanın ayıp bir şey olduğunu düşünüyorum.
Polislerden al kirayı
Kadının yanındaki arkadaşı evini gösteriyor, “Dört yıl önce taşındım buradan” diyerek. Çocuğu olmayan kadının kocası yıllar önce ölmüş ve bu evden aldığı kira parasıyla geçiniyormuş. Yasak başlayınca kiracıların boşalttığı evi polisler karakola çevirmiş. Hafriyat kamyonlarında evinin eşyalarını arayan kadın, gülerek “Polislerden al kirayı” deyince biz de gülüyoruz.
Gülüyoruz, ama kadınlardan birinin yüzünde göremediği evinin kederi, diğerinin yüzünde tek geçim kaynağı olan evinin karakol gibi kullanılmasından dolayı öfke var. Uçup gidiyor gülüşümüz.
Fotoğraf çektirmiyor kadınlar, isimlerini de söylemiyorlar. Ama bizim hafızamızda Sur’un isimsiz mağdurları olarak yerlerini alıyorlar.
Kadınların komşusu yaşlı adam da fotoğraf çekmemizi istemiyor. Hiç terk etmemiş evini ve “Onların silahından mı korkacağım” cümlesiyle hafızamızda yer ediniyor. Yaşlı adamın kiracısı Halep’ten kaçmış bir Arap. Kürtçe ve Türkçeyi Diyarbakır’da öğrenmiş. Hurdacılık yaparak geçiniyor. Onu da bir savaştan bir başka savaşa savuran yazgısıyla hafızamıza kaydediyoruz.
Polisle karşılaşma
Diyarbakır’a gelen herkesin mutlaka uğradığı Sülüklü Han civarındaki esnafın bir kısmı kepenklerini açmış. Kimi iş yerlerinde çatışmanın izleri duruyor.
Ekrem Kaya işlettiği çay ocağının içindeki cam kırıklarını toplamamış, “Kaymakamlık hasar tespiti için bir heyet gönderecek, onları bekliyoruz” diyor. Evi de Sur’daymış. Çatışmalar başladıktan 20 gün sonra taşınmış Sur’dan. “Bir bomba patladı, evin bütün camları kırıldı. Taşınmak zorunda kaldık” diyor. Dört yaşındaki kızı, “Bombalı eve bir daha gitmeyelim” diyormuş.
Çerezciler, baharatçılar var sokakta. Kumru başer’e yaşadıklarını anlatıyorlar. Sokağın en yaşlı esnafı Hacı Salih, “12 Eylül’de böyle zulüm görmedik” diyor. Bu arada sokaktan yaklaşık on polis geçiyor. Üçü Kumru Başer’in kimliğini görmek istiyor. Uzattığı kimliklerin fotoğraflarını çekip gidiyorlar. Esnaflardan biri, “Gazeteciye böyle davranıyorlarsa, düşünün bize nasıl davrandıklarını” diyor.
Hepsi çok öfkeli ve kimse kaymakamın göndereceği hasar tespit heyetinin zararlarını tanzim edeceğine inanmıyor.
Demirciler Çarşısı ve Sülüklü Han’ın önünden geçiyoruz. Burada da esnaf kepenk açmış, bir ikisi çalışıyor, diğerleri felaket sonrasının şaşkınlığı içinde bekliyorlar. Sülüklü Han’ın kapısının kilitli olması ayrı bir keder, Rojin Kafe tabelasındaki onlarca kurşunu göstererek, “İsimlere ateş ediyorlar” diyen esnafın sözleri ayrı bir keder.
Nereye dokunsan bir hikâye
Sur’da hangi taşa, hangi insana, hangi görüntüye dokunsanız bir hikâye anlatır. Yıllar önce masalcıların masal anlattığı kahve bunlardan biridir mesela. Eski halinden geriye pek bir şey kalmamış elbette, sıradan bir kahve şimdi. Kahvede oturan insanların tümü, yasaktan önce Sur’da oturan insanlar. Yasakla birlikte şehrin değişik semtlerine göç etmek zorunda kalmışlar. Her gün bu kahveye geliyor, çay içerek dertleşiyorlar. Evleri polis barikatının arkasında kalan mahallelerde, yüz adım ötede yani. Operasyon bitti, ancak insanların gidip evlerini görmelerine izin çıkmadı.
Devlet yetkilileri bombalı tuzakların bulunup imha edilmesi için yasağın devam ettiğini iddia ediyor. Ancak ne çatışma, ne bomba sesi duyuluyor Sur’dan. Öte yandan hafriyat kamyonları harıl harıl çalışıyor ve insanlar molozların içinden ev eşyalarını tanımaya çalışıyor. Brandaların, polis barikatlarının ardındaki bu çalışmayı kahveden izleyenlerin içine kuşku düşürüyor. “Sağlam evleri de yıkıyorlar” diyor kahvede çaresiz bekleyen adamlardan biri. Sur’daki evlere göz diken iktidar yandaşı iş insanlarından, basında yer alan TOKİ projesinden söz ediyor. Sonra “Çok konuştum” diyor ve kestirip atıyor: “Ne yapsalar buradan gitmeyeceğiz.”
Sur dışında bir hayatı tasavvur edemeyen insanlar “Buradan gitmeyeceğiz, evlerimizi yeniden yapacağız” diyorlar. Ayaküstü sohbet ettiğimiz kahvehane işletmecisi ise, sesini kısarak, “Bazılarının cebinde yol parası bile yok” diyerek insanların yoksulluğunu ve mağduriyetlerini anlatmaya çalışıyor.
Ama yasak kalktıktan sonra karşılaşacağımız manzara iç açıcı olmayacak, bu konuda dama oynayan adamlarla hemfikiriz. “Gidip elbiselerimizi almamıza bile izin vermiyorlar. Demek ki bir şey gizliyorlar, yıkmışlar, harap etmişler evlerimizi.”
Polisler, polis araçları, polis barikatları, neredeyse her dükkâna asılmış bayraklar, kaldırımlara tezgâh açıp siftah yapamayan satıcılar, Ulu Cami’nin önünde oturan insanlar, meraklı kalabalığı… Savaşta yara almış, ama yenilip diz çökmemiş bir ilçe manzarası… Bir de Hasan Paşa Hanı’ndaki kahvaltıcılardan birinde çalışan genç adamın, “Sur başka yere benzemez, kendini çabuk toparlayacak” diyen umutlu sesiyle karşılaşacaksınız.
Dağkapı’dan Mardin Kapı’ya kadar yürüdüğünüzde bunları göreceksiniz. Konuştuğunuz her esnaf çay ikram etmek isteyecek, ilçenin kadim sakinleri derdini, beklentisini anlatacak. Nereye dokunsanız bir hikâye ile karşılaşacaksınız. Ama bu hikâyelerin hepsinde insanın içini burkan derin bir hüzün olduğunu unutmamak gerekiyor. (VE/HK)
* Fotoğraflar: Vecdi Erbay